Hatay'ın ilhakı: Arap Aleviler ve Ermeniler

İskenderun Sancağı'nın 2 Eylül 1938'de bağımsızlığını ilan etmesi ile kurulmuş olan Hatay Devleti, 29 Haziran 1939’da 40 üyeli Hatay Devleti Millet Meclisi’nin aldığı karar gereği Türkiye'ye katıldı. Bu gelişmenin yıldönümünde Hüsnü Gürbey ve Mahsuni Gül tarihsel sürece dair önemli arşiv belgeleri içeren bir makale kaleme aldı.

HÜSNÜ GÜRBEY & MAHSUNİ GÜL

HATAY’IN İLHAKINDA MAĞDUR EDİLEN UNSURLAR:

(Arap Alevileri ve Ermeniler)

Osmanlı İmparatorluğu her ne kadar Britanya İmparatorluğu’nun himayesinde olsa da, ülkeye en fazla istikraz (borç) veren ülke Fransa’dır. Fransa bu alacağından dolayı “Duyun-u Umumi” aracılığıyla da olsa ülkenin maliyesini kontrol etmektedir.

Osmanlı-Fransız ilişkileri 1908-1918 İttihatçıların (İTC) kısa yönetimi sırasında kısmen sekteye uğrasa da, 1919 yılından itibaren Kemalistlerin güç kazanmasıyla yeniden canlanmaya başlar. Fransızların müttefikleri olan İngiltere’nin, savaşın kazanımlarından kendilerini mahrum bırakacaklarını, Ortadoğu’da paylarına düşen Suriye ve Lübnan’ı ellerinden alacaklarından kuşkulandıkları için, Güneydoğu Anadolu’da işgal ettikleri bölgelerin tümünü, malzeme ve teçhizatlarıyla birlikte Kemalistlere bırakarak onlarla anlaşma yolunu seçtiler. Bunu yaparken bölge sakinlerinden olan, ne Kürtlerin haklarını, ne de Ermenilere vaat ettikleri Kilikya’yı kurtarmak için Ermeni gençlerinden oluşturdukları gönüllü birliklerin mücadelesini hiç nazarı dikkate almadıkları gibi, Fransa’nın öncülük ettiği ve uygar dünyanın değerleri olan “eşitlik, özgürlük ve adalet” gibi temel değerleri de umursamadılar. Varsa yoksa Fransız burjuvazinin çıkarlarıydı.

Türk Tarih Kurumu Arşivi’nde bulduğumuz, belge no/1236 olan bir belge, 21. 3. 1921 tarihinde Roma Elçiliğinden Doktor Ahmet Fuat—muhtemelen dönemin istihbarat elemanı Kuşçubaşı Eşref—tarafından ismi belirtilmeyen bir paşaya--muhtemelen Harbiye Nezaretine-- gönderilen raporda, yukarıda yazılanları doğrulamaktadır.

Raporun konuyla ilgili bölümü şöyledir:

“3-Fransa ve Mısır şubesinin murahhaslarından (üyelerinden) biraderimiz Mahmut Hayri Bey’in Paris erkân-ı hükümeti (hükümetin ileri gelenlerin)nezdinde haiz olduğu büyük nüfuzdan istifade etmeğe teşebbüs edildiği mümaileyh (adı geçen kişi) ile Fransa hükümeti ile bir ittifak yapmıştır. Ona binaen (ona dayanarak) Ayıntab’ta (Gaziantep’te) bulunan kıtaat-ı askeriye (askeri birlikleri) bütün esliha (silah) ve malzemesiyle o kasabayı terk ediyor. Fransız kıtaatı (askeri birliği) harp etmeden şehre giriyor fakat Fransa’nın izzet-i nefsini (şeref ve haysiyetini) muhafaza etmek üzere yapılan bir tertibe mukabil Fransa bütün Adana Vilayetini ve Ayıntab şehrini Türklere bila kayd ve şart (kayıtsız şartsız) iade eylemeyi taahhüd (kabul) ediyor. Mütareke ahkâmı mucibince (anlaşama koşulları gereğince) teslim ettiğimiz eslihayı (silahları) ve malzemeyi el altında tedrici (el atında) olarak bize vermeğe ve mümkün olursa kendi malzemesinden bize satıyor. Bundan başka gizli olarak bize 5 (beş) milyon liralık bir istikraz yağmağa ve ayrı bir sulh akd (barış anlaşması) eylemeye razı olmuştur. Kendisi (Fransa) Londra Konferansı’nda bize müzeheret (yardımcı olmayı) eylemeyi kabul eylemiştir. Zira İngiliz tehlikesinden pek korkuyor. İngilizlerin Suriye’de Fransa aleyhinde yapmakta olduğu teşvikat ve muavenat-ı maddiye (kışkırtma ve maddi yardım) malum olduğu gibi İstanbul ve Boğazları yutmaya ramak kalmış olduğunu anlıyor. Hayri Bey’in biraderi murahhasamızla (üyemizle) Londra’ya gitmiştir. Ve Hay Bey bu hafta Paris’te azimet eylemişti. El hasıl takib ettiğimiz siyaset mucibince (gereğince) İtalya ve Fransa’yı İngiltere’den ayırmak ve Fransa’dan maddi istifade eylemek ve ilâ nihaye (sonuna kadar) İngiltere ve onun bendesi (kölesi) olan Yunanistan aleyhinde nihayete kadar mücadele eylemek mukarrerdir.”

Bu sıcak ilişkiler II. Dünya Savaşı öncesinde, Hatay’ın ilhakında etkili olacaktır.

20 Ekim 1921 Ankara  (itilafnamesi) antlaşmasıyla, İskenderun Sancağı özerkliği kabul şartıyla Fransız yönetimine bırakılmıştı. 9 Eylül 1936’da Fransa ile Suriye arasında manda idaresine son vermeyi ve iki taraf arasında ittifak kurmayı amaçlayan bir anlaşma imzalandı. İskenderun Sancağı, özerkliğinin korunması koşuluyla Suriye yönetimine bağlanması isteniyordu. Türkiye Ankara anlaşmanın hükümlerine dayanarak  (*1) bölgedeki Türkler üzerinde söz sahibi olduklarını, buranın Suriye’ye bağlanması halinde bu haklarını kaybedeceklerini gerekçesiyle itiraz ettiler. Alman tehdidi altındaki Fransa, Türkiye ile iyi ilişkilerine zarar vermek istemediğinde, Türkiye’nin taleplerini kabul etti. Böylece İskenderun Sancağı, Suriye devre dışı bırakılarak, Türkiye ile Fransa arasında bir sorunu haline getirildi.

İki ülke arasında Haziran 1938’de Antakya’da başlayan görüşmeler sonucunda 3 Temmuz 1938’de Türk-Fransız Askerî Antlaşması, 4 Temmuz’da da Türk-Fransız Dostluk Antlaşması imzalandı, 2 Eylül 1938’de Hatay Meclisi’nin açılmasıyla süreç tamamlandı.

Hatay sorunu üç aşamalı olarak gelişti.

1-1936-1937 yılları arasında Mr. Durıeux Yüksek Komiserliği döneminde, İskenderun Sancağı, Milletler Cemiyetiyle yapılan anlaşmaya göre, Suriye Cumhuriyetine bağlı özerk bir cumhuriyet oluyor.

2-Temmuz 1937 Haziran 1938 dönemi arası, Mr. Garreaux Yüksek Komiser vekilliği döneminde Sancak bağımsız bir bölge olarak Suriye’den ayrılma girişiminin denenmesi, yerli halkın sert direnişi sonucunda başarısız oluyor.

3-Haziran 1938-1939 Mr. Colonel Collet döneminde, Sancak, Hatay adını alır, önce bağımsız bir devlet, ardından Türkiye’ye ilhak edilir.

Bu üç dönemin ilk ikisinde, yerli halklar şiddetli bir direniş göstermektedir. Önce Türk olmayan bu halkların direnişini kırmak gerekir, bunu da Fransız koloni yönetiminin desteği olmadan başarmak imkânsızdır. Fransız koloni yönetimi Türkiye’ye her türlü desteği verir. Cumhurbaşkanlığı arşivinde(CA)  01013328 nolu iki raporda, Fransa koloni yönetiminin açık desteği görülmektedir. İlk rapor; Dörtyol Em. Amirliğinin 1734 nolu, 2/6/938 tarihli şifreli yazısına istinaden Antalya Saylavı (mebusu) Tayfur Sökmen tarafından Ankara’ya rapor edilmiştir. Raporda:

“1-Birçok reca ve ihtarlara binaen güç halle partiden gelen 233 sayı ve 1 Haziran 938 tarihli raporda; dün umumi vaziyet büsbütün karışmış şehirle nevahî (taraflar) arasında muvasala münkati (ilişkiler kesilmiş)olmuştur. Bu şerait dâhilinde (bu şarlar altında) konsolosun hükümet nezdinde vaki olan teşebbüsü üzerine beş gün mücadele intihap (seçim) daireleri tadili faaliyet etmiştir.” Fransız koloni yönetiminin taraflı davrandığını belirten raporda: “Fransızların istediği milli kindarlık haline getirilmiştir. Şuursuz bir şekilde yapılmakta olan cinayetlerin umumi bir şekil alması katliama müncer (taraf)olması müsteb’at (olası) değildir. Fransızlar tarafından verilmekte bulunan sözlerin zerre kadar kıymeti yoktur.” Kolluk kuvvetlerinin yansız davranmadığını belirtilen rapor şu sözlerle son bulmaktadır: “Hiçbir Türk malına ve canına sahip değildir. Yazılarımızda katiyyen mübalega  (abartı) olmadıktan başka yapılan mezalimin ufak hadisatın kaydından sarfınazar edilmiş olduğunu arzederiz.”

Aslı gibidir, 4-VI-938. Antalya Saylavı; Tayfur Sökmen

Tayfur Sökmenin şikâyete bulunduğu ve Türklere zaman zaman zorluklar çıkaran delege Mr. Garreaux, görevinden alınacak, yerine Türklerin tüm isteklerini yerine getirecek olan delege Colonel Collet getirilecektir.

İkinci rapor, Dörtyol Em Amirliğinin 11/6/938 günlü ve1798 rapora istinaden, Emniyet Amiri Ziya Oral imzalı olup 13-VI-938 tarihlidir:

 “…delege kumandan Kole”nin bugüne kadar yaptıkları hatalarını telafi edecekleri sözünü kendilerine verdiğini belirten raporda; en büyük sorunun nüfuz sayımı olduğunu, Türk tarafının henüz tam bir nüfus sayımının yapılmadığını, sayımın bir an evvel yapılması için Kole’nin  (Mr. Colonel Collet) yardımcı olacağını bu konuda her türlü tedbiri alacağını belirten raporun devamı şöyledir: “…bugünden itibaren jandarma kumandanı Yümür ile Kırıkhan Jandarma zabitinin malum olan şekildeki mezuniyetleri, Sancak hudutları haricine (dışına) çıkarılmasına emir vereceğini ve kumandan Seri ile Kapiten Kakon’u gayri faal bir vaziyette sokmakla beraber iki güne kadar bunları da mezuniyet ve tebdil hava vesilesiyle Sancak hududundan uzaklaştıracağına, istenilen nahiye müdürleriyle köy muhtarlarının bila kaydüşart azilleri için Türk Partisinin bütün taleplerini terviç (karşılayacağını) edeceğini ve arzu ettiğimiz şekilde yapılması icabeden icraat hakkında hemen kendisine bir plan verilmesini ve bu planın tatbikinde bugün için mesuliyeti üzerine alacağını ve bilhassa şimdiye kadar nüfusça küçük yaşta yazılmış ve yahut mektum (gizli) kalmış olan Türklerin serian nüfus siciline kayd edilmeleri için yine mesuliyeti kendine ait olmak üzere her türlü tashilatı yapmağa ve bu hususta icabeden tedbirleri almağa selahiyetter (yetkili) memurlara selahiyeti mutlaka verdiğini, şu kadarki bu işlerde yani nüfus muamelatının tasviyesinde kendisini açıktan açığa müşkül vaziyete düşürecek ihtiyatsızlıkdan tevakki (sakınmasını) edilmesini ve bilhassa Arap ve Alevi köylerinde aleyhimizde hareket etmekte olan ve etmesi memul bulunan eşhas (kişiler) hakkında icabeden tedbirleri almak üzere bunların isimlerinin kendisine verilmesini ve bundan sonra hariçten hiçbir Ermeni ve Arabın Sancağa girmesine ve kendini kaydettirmesine her türlü tedbirle mümaneat (mani) edeceğini ve bu işinde mesuliyetini üzerine alacağını ve her vakit partinin delaletine ve yardımına muhtaç olduğunu beyan etmiştir.”

Raporda anlaşılacağı gibi Haziran 1938’de Fransız koloni yönetiminin tek görevi, Türkiye’nin isteklerini yerine getirmekten ibarettir. Şimdi sırada seçmen kütüklerinin kayıt işlemleri vardır, fakat önce nüfus oranlarının gözden geçirilmesi gerekmektedir. 1936 sayımına göre nüfusun dağılımı şöyledir:

a)Arapça konuşan Nüfus 99.163

b) Türkçe konuşan Nüfus 85.274

Ayrıca, bölgede aynı yılın sayımlarına göre 28.857 Ermeni (*2), 4.831 Kürt ve 954 Çerkez yaşamaktadır.

Arap nüfus da yekpare değildir, kendi içinde ki dağılımı şöyleydir:

1-Ortodoks ve Katolik dinine mensup Araplar yani Hıristiyan Araplar: 14.105

2- Müslüman Sünni Araplar: 22.461.

3-Alevi Araplar: 62.123. (*3)

Görüldüğü gibi Sancakta Türk nüfusu çoğunluğu sağlayamamaktadır. Bunun için Arap Alevilerini kazanmak gerekiyor. Yapılan yoğun propaganda çalışmalarıyla, Arap Alevilerinin, aslında Arap olmadıkları, 40 asırdan beri buraya yerleşen ve zamanla dillerini unutarak Araplaşan Eti Türkeri’dir.(*4) Böylece, kimisi bu yola kimisi de başka vaatlerle bir hayli Arap Alevi’sinin kendisini Türk olarak yazması sağlanır. Tayfur Sökmen’in 14. 5 938 tarihinde Dâhiliye Vekâletine (İçişleri Bakanlığı)Şükrü Kaya’ya gönderdiği rapor da bunu doğrulamaktadır. Raporda:

“Bugün Yenişehir mıntıkasında Türk yazılan Alevilere dayak atmışlar, hakaret etmişlerdir. Sandık etrafında kordon çevirmiş olan Alevi askerlerden birisi “Türk yazılan namusuzdur” diye alenen milletimize tecavüzde bulunmuştur. Bu sözü işiten mümessilimiz bu neferlerin isminin kendisine verilmesini reisten istemiştir. Reis, bu adamın ismini tahkik edeceğini ve komisyon reisi vasıtasile cevap vereceğini söylemiştir.”

Cumhurbaşkanlığı CA ‘da bulunan: 01013440/604166 nolu belgeye göre, seçmen kayıtları şöyle gelişmektedir.

  Tarih.                                  Türk olanlar                     Gayri Türkler.

18.5.938                                7931                                   8581

19.5.938                                8195                                   9092

30.5.938                                12824                                13911

26.7.938                               26687                                 22696                           

Nüfus (seçmen) sayımından istenilen sonucu nihayet elde etmeyi başaran Türkiye, bunu Milletler Cemiyeti Seçim Komisyonu heyetine de kabul ettirecektir.  Milletler Cemiyeti Yüksek Seçim Komisyonu’nun 11 numaralı kararına göre; “Türk cemaati 35.847, Alevi cemaati 11.319, Ermeni cemaati 5.504, Arap cemaati 1.845, Ortodoks cemaati 2.098, sair cemaatler 395’dır. Buna göre mebus adedi Türk cemaatinden 22, Alevi cemaatinden 9, Ermeni cemaatinden 5, Arap cemaatinden 2, Ortodoks cemaatinden 2 olarak tespit ve ilan edilir.

Seçimlerin demokratik bir ortamda halkın özgür idaresiyle yapılacağı sanılmasın, her şey Ankara’dan belirlenerek gönderilmiştir, hatta kimin Cumhurbaşkanı, kimin meclis başkanı ve kiminde başbakan olacağı belirlenmişti. Koloni döneminin ilk Türk valisi ve Hatay Devleti’nin ilk Başbakanı olan Abdullah Melek, anılarında şunları anlatır. “ …22 Türk mebus namzedini Ankara'ya bırakmamızı ve oradan gelecek liste üzerine bunu, Hatay Halk Partisi'ne otomatikman kabul ettirmemizi, 18 ekalliyet (azınlık) mebus namzedini de benim seçmemi ve bunların Meclis'te milli gayemize mugayir (aykırı) hareket etmeyecek kimselerden olmasını garanti etmemi istediler. Devlet, hükümet ve meclis reislikleri için de Abdülgani Türkmen, Tayfur Sökmen, Abdurrahman Melek'ten ibaret üç ismin Atatürk'e arzedileceğini beyan ettiler. Bu kararların hepsinde mutabık kaldığımızı bildirerek ayrıldık ve Açıkalın'la İskenderun'a döndük. Üç gün sonra Halk Partisi'nde yapılan fevkalade bir toplantıda Açıkalın, 22 Türk mebus namzedinin isimlerini okudu. Namzetler arasında benim kendisine evvelce vermiş olduğum isimlerden ancak 7-8 kişi kalmıştı, diğerlerinin yerini başka isimler hatta eski muhaliflerden iki ve şimdiye kadar Hatay'da bulunmayanlardan da birkaç kişi almıştı. Aynı zamanda Tayfur Sökmen'in devlet reisliğine, Abdülgani Türkmen'in meclis reisliğine seçileceklerini, benim de hükümet reisi olacağımı tebliğ etti. Partide eskiden beri fedakârlıkla çalışmış olan arkadaşlar, Türk mebus namzetleri arasında, isimleri hatıra bile gelmeyecek kimseler bulunmasını hayretle karşıladılar; fakat hiçbiri asil hislerden uzaklaşarak menfi yol tutmadı. Ekalliyet (azınlık) mebus adaylarını da ben, aynı zamanda mandater otoriteyi de memnun etmiş kimselerden seçtim.” (*5)

2 Eylül 1938'de Hatay Millet Meclisi törenle toplanır. Daha önceden isimleri tespit edilen Devlet ve Meclis Başkanları seçildi, Tayfur Sökmen cumhurbaşkanı olur ve göndere Hatay bayrağı çekilir.  Hükümet kurmak ve yeni bir anayasa hazırlamak için hemen çalışmalara başlanır. Böylece Bağımsız Hatay Cumhuriyeti’nin ilanı için önünde hiçbir engel kalmamıştır. Hatay Devleti Meclisi 23 Haziran 1939’da Türkiye’ye ilhak kararı alır ve Hatay Devleti’ne son verilir.

Hatay’ın[İskenderun Sancağı’nın] adım adım Türkiye ile birleşmeye gitmesi, başta Ermeniler olmak üzere gayri-Türk unsurlar rahatsız olurlar. 1915 yılında yaşanan ağır travmadan sonra, Ermeni halkının Türk yöneticilerinin verdikleri sözlere kanması elbette beklenemez. Zaten yer sataşmalar, mallara el koymalar başlamıştır. Abdullah Melek anılarında bunu teyit ederek şunları yazar: “Kırıkhan ve Belen'de Ermeniler bir iki sarhoşun sarkıntılık yapmalarını büyüterek Hatay'dan hicret etmek istediklerini işaa ettiler (haberini yaydılar). Kıbrıs'a gitmek üzere pasaport alan bir Ermeni mebus, oradan gönderdiği bir mektupta Hatay mebusluğundan istifa ettiğini, Kıbrıs'ta ikamete karar verdiğini bildiriyordu. Kesab nahiye merkezinde bir iki Ermeni'nin jandarmalar tarafından dövülmesi, bir müsteşarın Turizm Oteli'nde bir Hıristiyan garsonu tokatlaması ve bunlara mümasil (benzer) birtakım vakalar büyütülerek siyasi dalga haline getiriliyordu.”(*6)  

İskenderun Sancağı’nda yaşayan Ermeniler de 1915 tehcir uygulamasına tabi tutulmuşlardı. Alman yazar Franz Werfel’in 1930-32 yıllarında kaleme aldığı, “Musa Dağ’da 40 gün” adlı muhteşem eserinde öğreniyoruz ki Ermeniler burada destansı bir direniş göstermişler, sonunda kendilerini kurtarmaya gelen Fransız donanmasına ait gemilerle Mısır’ın Port Said limanına taşınmışlar, savaşın sona ermesinden sonra hayata kalanlar tekrar eski yurtlarına geri dönmüşlerdi. (*7)  Bu talihsiz halk, şimdi bir kez daha kitlesel halde yolara dökülecektir. (fotoğraf 1) Onlardan geriye kalan malları ne olacaktı?

Ermenilerin malları ne oldu?

Bu konuda elimizde iki rapor var. Raporlardan ilki 3.2.943 tarihli, Süveydiye’den (Samandağ) Nahiye Müdürü Behçet Perim tarafından, Hatay Valiliğine gönderiliyor.

Raporun özü:

Kaçak Ermenilerden kalan emlak ve arazinin halis Türk unsuruna tahsis buyrulması hakkında’dır.

“Kapusuyu,  Batıayaz, Yoğunoluk ve Hıdırbey gibi Ermenilerden metruk (terk edilmiş) köylerle bunlara muvakkaten (geçici) iskân edilmiş olan öz Türk köylüleri hakkında önce sunulmuş olan 31/12/942 gün ve 2675 sayılı yazı örneği ilişik olarak takdim kılınmıştır. Bu kere milli emlak müdürlüğünden alınan müzayede ilanlarına göre bu gibi gayrimenkullerin peyderpey satılığa çıkarılmakta olduğu anlaşılmaktadır.”

Raporun ikinci paragrafı Arap Alevileri hakkındadır; onsekiz (18) bine yaklaşan nüfuslarıyla, Hatay’ın ilhakından dört yıl geçmesine rağmen, asimile olmadıkları gibi, günün birinde Türkiye’nin Suriye ile girebileceği bir savaşta, bunlar, Suriye’nin yanında yer alacaklarından kuşkulanmaktadır.  “Alevilerle meskûn (yerleşik)  Süveydiye (Samandağ) nahiyesinin manen de ilhak edebilmesi için, bu mıntıkaya Bulgaristan, Romanya ve Sırbistan’dan gelmiş evsiz ve topraksız halis Türk muhacirlerinin (göçmenlerinin) yerleştirilmesinden başka çare göremiyorum”

Yasal olarak Ermeni mallarına doğrudan el konulamayacağını, ancak cüzi bir fiyattan Türklere satıp bedellerinin hak sahiplerine ödenmesinin mümkün olduğunu belirten rapor, devamında:

“Filhakika bir asırdan beri millet ve memleketimiz aleyhinde çalışarak başımıza dürlü (türlü) gaileler (sıkıntılar) açmış ve manda idaresinin hükümran olduğu yıllarda vilayetimizin halis Türk unsuruna dürlü mezalimde (baskılar/haksızlıklar) bulunmuş olmalarının akıbetinden korkarak Hatay’dan kaçan Ermenilere ait olan bu malların ahden Türkiye’ye intikal etmediği ve bu itibarla bunların müzayede (artırma) suretile satılarak bedellerinin mal sahiplerine iade edileceği “ni yazan rapor tekrardan Arap Alevilerin sorununa değinir.

2510 sayılı iskân kanuna göre, Hatay, birinci mıntıkaya girdiği için, iskâna kapalı olacağı, ancak “aynı kanunun 12. maddesi de 2.nci mıntıkalarda sakin Türk kültürlü vatandaşların birinci mıntıkalarda iskânının sarahaten (açıkça) tasvip eylemektedir” denilerek, gelecekte sorun yaratacak olan Arap Alevilerinin buradan sürülmeleri ülkenin çıkarınadır. Aksi takdirde; “önümüzdeki intihaplarda (seçimlerde) Hatay’dan bir de Alevi meb’us çıkarılacağı ihtimalini düşünecek kadar ileriye varan Eşhasa (kişiye) intikalinin te’mini sonucuna doğru gidilmekte olduğunu görmekle derin bir vicdan azabı duyuyorum. Bu itibarla çok önemli bulduğum bu vaziyetin lütfen tetkikile keyfiyetin (durumu) yüksek makamlara sarahaten arzına müsaadelerini sonsuz saygılarımla arz ve istirham ederim.”

Nahiye Müdürü/Behçet Perim.

II. Rapor; 30. 1. 1942 tarihlidir. Cumhuriyet Halk Partisi Genel Sekreterliği tarafından, Hatay, C.H.P. Vilayet İdare Heyeti Reisliğine gönderilmiştir.

Raporda, tamamlanmamış bir Ermeni okulunun tamamlanması için, 5200 liraya ihaleyle iki ayda bitirilmek koşuluyla yüklenici Ömer Şen’e verildiği belirtilen daha önceki (5.11.1941 tarih ve 12/41140 sayılı yazıya) verilen yanıttır:

“Bu binanın satın alındığına dair buraca (burada) bir malûmat (bilgi) olmadığı gibi satın alınması için alım bildirildiği gönderilmesi de istenilmemiş ve tapusunun gönderildiğine dair bir kayda da tesadüf edilmemiştir. Yazınızda da binanın teferruğ (devir işlemi) edildiği muşarrah değildir. Henüz partiye maledilmemiş olan bir binanın tamirine ne suretle başlandığı anlaşılamamaktadır.

Bu hususat (konu) hakkında bizi tenvir (bilgilendirme) etmenizi diler sevgilerimi sunarım.

C.H.P. Genel Sekreteri A.-Zonguldak Mebusu/ H. Türkmen.

Raporda da açıkça görüldüğü gibi okul binasına, ödeme yapılmadan doğrudan el konulmuştur; kim bilir bunun gibi ne çok mülke el konulmuştur.

Sonuç: Fransız hükümetinin, Alman tehdidi bahanesiyle Türkiye’yi memnun etmenin dışında bir alternatifi yoktu; fakat yüksek diplomasideki çelişkiler yüzünden Fransa’ya güvenen insanların gereksizce uzlaştırmış, Suriye ile Türkiye arasındaki anlaşmazlıkları hukuksal bir düzene sokmadan bu bölgeden ayrılmak zorunda kalmış; geride ise sayısız mağdur halklar bırakmıştır.

Hüsnü GÜRBEY & Mahsuni GÜL

Kaynakça:

 (*1) 20 Ekim 1921 tarihli Ankara Antlaşmasıyla İskenderun Sancağı ilk defa uluslararası hukuki bir terimde yerini aldı. Antlaşmanın VII. maddesi: “ İskenderun bölgesinde özel bir idari şekil kurulacak,  bu bölgenin Türk yerleşimcileri kültürlerinin gelişimi için ayrıcalıklı haklarını kullanacaklardır; Resmi dil Türkçe olacaktır.” Görüldüğü gibi VII. madde Türkiye’ye müdahale hakkı tanımıyor, ama Türkiye bundan vazife çıkararak bölgeye müdahale etti.

(*2) Abdullah Melek hatıratlarında şu bilgiyi verir. “Umumi harbin ikinci senesinde Antakya'da Musa Dağı’nda isyan eden yerli Ermeniler Fransız gemileriyle Kıbrıs ve Mısır'a kaçmışlardı. Fakat mütarekeyi müteakip Fransız işgaliyle beraber yeniden köylerine dönmüşlerdi. Böylece İskenderun-Antakya ve havalisinde 30-40 bin kadar Ermeni toplanmış oldu.

 (*3) Pierre Bazantay, Hatay’ın o yılları.

(*4) Gazeteci Cihad Baban 1937 yılında şunları yazar: “…40 asırdan beri Türk olan bu ülke, [İskenderun Sancağı] tarihin içinde kısa, fakat bize nazaran çok uzun süren bir ittifak devresinden sonra benliğine tekrar Türklüğüne kavuşacak.

(*5) Abdullah Melek hatıratında

(*6) Abdullah Melek hatıratında

(*7)Franz Werfel. Musa Dağ’da 40 Gün. Çev; Saliha Nazlı Kaya, Belge Yayınları. İstanbul,2007

Not: 1, Bu makale 25 Haziran 2021 tarihinde Agos gazetesinde yayınlanmıştır.

Not:2,  iki belge, bir karikatür ve bir resim altadır.

   

 

 

 

 

 

 

Fotoğraf-1. Bu fotoğraf 1939’dan, Yoğunoluk köyünden Ermenilerin kamyonlarla yurtlarından ayrılışını gösteren keder yüklü bir enstantane. Kaynak: Vahram Shemmasian Arşivi, Los Angeles –www.houshamadyan.org) #tbt

 

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder