Hemen hemen her gün ülkenin bir köşesinde HDP’nin binaları basılmakta, yönetici ve üyeleri gözaltına alınmaktadır. 21. yüzyılda insanlık onuruna yakışmayan bir şekilde sabahın şafağın da basılan evlerde insanlar kelepçelenerek gözaltı merkezlerine götürülürken verdikleri görüntüler, uygar ve demokratik bir topluma yakışmayan görüntülerdir. Baskınlar, bununla da sınırlı değildir, halkın büyük çoğunluğunun oyu ile seçilen başta Büyük Şehir Belediye Başkanları olmak üzere, tüm kent ve belde belediye başkanları görevlerinden alınmakta, tutuklanmakta ve yerlerine kayyum atanmaktadır. Bir tür Çin işkencesine dönüştürülen bütün bu baskınlardan anlaşılıyor ki, hükümet, HDP’yi kapatmak istiyor, ama gerek içerde, gerekse dışarda doğacak tepkileri göze alamadığı için bunu yapamıyor, bunun yerine partinin içini boşaltıp, işlevsiz hale getirmeyi ve kendiliğinden kapısına kilit vurarak kapanmasını sağlamaya çalışıyor. Bu açık ve net olarak anlaşılıyor.
Bu aşamaya nasıl gelindi?
Oldum olası komplo teorilerine karşıyım, pek de anlamam, bu yüzden HDP şöyle kuruldu, böyle kuruldu benim konum değil, beni ilgilendiren 6 milyon yurttaşın oyunu almış bir parti nasıl bu konuma getirildiği ile ilgilidir.
Sonun başlangıcı;
Sonun başlangıcı 15 Mart 2015 tarihinde HDP eş genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın Mecliste, HDP’nin grup toplantısında yaptığı ve tarihe en kısa grup konuşması olarak geçen, “seni başkan yaptırmayacağız” sözleri oldu. Öyle anlaşılıyor ki, bu demeç, iyi bir mutfaktan hazırlanmadan, topluma sunulmuştu.
Neden mi?
Bilindiği gibi başkanlık sistemleri katı merkeziyetçi ulusal/üniter devletlerde değil, çok uluslu federal devletlerde uygulanan bir yönetim biçimidir. Bu sistemlerde kuvvetler, kesin ve katı çizgilerle birbirlerinden ayrılmışlardır. Başkana karşı, güçlü bir meclis yani yasama organı, bağımsız yargı ve özgür bir medya vardır. HDP, şayet federal bir Türkiye istiyor idiyse, başkanlık sistemini değil reddetmek, ülkenin böyle bir sisteme geçişi için yoğun çaba harcamalıydı.
Katı merkeziyetçi ulusalcı-üniter Türk devletinin çok sert, katı kuralları vardır. Devletin, bu katı kurallardan esneklik göstermesi, federal bir sisteme dönüşmesi çok güçtür; bu biliniyor, ama R. Tayyip Erdoğan’ın da başkanlık sistemini çok istediği de biliniyordu. HDP en azından Erdoğan’ı, AB’nin “yerel yönetimler özerklik şartını” kabul etmesi şartıyla destekleyebilirdi. Bu şart, federal bir yönetim getirmiyordu, ama yerel yönetimlere geniş yetki ve özerklik tanıyordu. Böylece yerel yönetimler, eğitim kurumları açabilir, anadilde eğitim yapabilirlerdi ve belki de federalizme giden yolun ilk parke taşları döşenebilirdi.
Bu yapılmadı.
AKP, iktidar olduğu 2002 yılından itibaren, ittifak ettiği Gülen cemaatiyle ilişkileri 17-25 Aralık 2013 operasyonuyla buzuldu. Doğan boşluğu Erdoğan bir ara HDP ile doldurmak istediyse de HDP’nin iç bütünsellikten yoksun oluşu ve çok başlılığı bu fikrinden caydırdı. Selahattin Demirtaş’ın 15 Mart 2015 tarihi konuşması ise yukarıda yazıldığı gibi köprülerin atılmasına neden oldu.
Siyaset bir satranç oyunudur, duygusallığa yer yoktur, rakibinin bir sonraki hamlesini tahmin etmeyenler siyaset sahnesinden tasfiye edilirler. HDP’ten umduğu desteği alamayacağını anlayan Erdoğan, hiç tereddüt etmeden daha önce dışladığı ordu ve Avrasyacıları temsilen, Ergenekonculara, ulusalcılara ve Turancı kesimlere sarıldı. D. Bahçeli pusuda bekliyordu, fırsat çıkınca da üstüne atladı.
Sonuç, hepimizin malumu, önce 28 Şubat 2015 tarihinde Dolmabahçe mutabakatı ile sağlanan barış masası devrildi, akabinde patlatılan bombalar, dökülen kanlar, yenilenen seçimler ve Eylül 2015-Nisan 2016 arası devam eden “hendek operasyonları” ile aralarında Diyarbakır Suriçi, Varto, Cizre, Şırnak, Silopi, Nusaybin, Bismil başta olmak üzere çok sayıda Kürt şehir ve kasabası yerle bir edildi. Sayısız Kürt genci bir hiç uğruna hendeklere gömülürken, halk, evinden, aşından ve işinden oldu. Bugün, yapılan bunca haksızlığa, adaletsizliğe karşı yapılan çağrılara halkın sessiz kalması, yeterince tepki göstermemesinin arkasında biraz da bu sebeplerden aramak gerekir. Halk tepkilidir ama aynı zamanda sessizdir de.
HDP’nin, zaman zaman hukuk da zorlanarak bu kadar ağır bir baskı altına alınmasının nedeni belki de partinin yanlış kurulmuş olmasıdır. Mademki amaç Türkiyelileşmekti r o zaman taban ağırlığı Kürt olan bir partiye ne gerek var; Türkiyeli bir parti bu misyonu rahatlıkla üstlenebilirdi. Kaldı ki, Türkiye benzer bir süreci 1965-71 yılları arasında faaliyet gösteren Türk ağırlıklı ama Kürtlerinde desteklediği Türkiye İşçi Partisi’nde (TİP) yaşamıştı ve başarılı da olunmuştu. Aynı süreç yeniden canlandırılabilirdi ve çok da başarılı olurdu, çünkü parti talimatlarla değil, kendi yetkili organları aracılığıyla bağımsız bir şekilde kararlar alabilir ve uygulardı. Böylece bir yandan Türkiye’de demokrasinin önü açılırken, Kürtler de Türkiye’de demokrasinin gelişmesine öncülük edeceklerine, asli görevleri olan Kürt halkının ulusal ve demokratik hakları için, barışçıl zeminde demokratik mücadelelerini verebilirlerdi.
HDP, bugün tasfiye sürecine girmiştir, gücü yeterse hükümet HDP’yi hemen tasfiye edecektir ama kararlı görünmekte ve tasfiye sürecini zamana yayarak sessiz ama derinden halletmeye çalışmaktadır. Günümüz koşullarında HDP’nin tasfiye edilmesi, Türk demokrasisinin yararına olmayacaktır. Onun için barıştan, emekten, insan haklarından ve demokrasiden yana olanların HDP’nin saflarında yer almalıdırlar ve bu tasfiyeye izin vermemelidirler. Tasfiye süreci bu şekilde devam ederse Türkiye hızla demokrasiden uzaklaşacak, despotik rejim kalıcı hale gelecektir. Bu şartlarda Kürdün payına da her zaman olduğu gibi ya katliam ya da zindan düşecektir…
30.12 2019
Not: bu makale Rojnameya newrozda yayınlanmıştır.