Dostum Mahsuni Gül ile birlikte bulduğumuz ve Dersim gazetesinin Mayıs-Haziran 2019 tarihli, sayı: 83’te yayınlanan “Dersim’de kullanılan zehirli gazlar” belgeleri, Alman ARD Tv’de 2 Aralık 2019’da yayınlanmasıyla yeni bir tartışma alanına taşındı.
Türkiye’de başını ulusalcıların çektiği Neonazi ekip hemen savunma pozisyonuna geçerek, belgelerin gerçeği yansıtmadığını iddiasında bulunsalar da, artık inandırıcı olamadılar/olamıyorlar.
Bunun üzerine başında Doğu Perinçek’in bulunduğu Vatan Partisi, yeni bir atağa geçerek, 12 Eylül askeri faşist darbenin lideri Kenan Evren’e yapıldığı gibi, Şeyh Said’in, Seyit Rıza’nın ve diğer tarihi Kürt şahsiyetlerinin, meydanlara, caddelere, kültürel binalara verilmiş olan adlarının silinmesini istediler. Vatan Partisi daha da ileri giderek Dersim’deki Seyit Rıza anıtının da kaldırılmasını istedi ve bunun için Tunceli valiliği nezdinde girişimde bulundu. Tabi kıyamet de bundan koptu…
Şaşırtıcı geldi mi? Hayır! Çünkü, Perinçek başta olmak üzere ekibi bir misyon yüklenmişler ve yüklendikleri bu misyonun gereklerini yerine getiriyorlar. Bu açıdan bakıldığında Kürtlerin tepkisini çektiği kadar, devletten de kocaman bir aferin aldıkları muhakkak.
Perinçek’in misyonu nedir?
Şunu başından belirteyim ki Perinçek bu konuda yalnız değildir, bir ortağı daha var; o da Yalçın Küçük’tür. Bu ikilinin misyonu, Kürtlere Türkiyelileşmeyi kabul ettirmek ve Kürt direniş hareketlerini pasifize etmektir. Bu açık ve net olarak görülmektedir, ikisi de bu konuda uzmanlaşmışlardır.
İ
ki uzmanında 1990’lardaki alan çalışmalarını incelemek, yeteri kadar bilgiler vermektedir. Yalçın Küçük bu konuda Perinçek’e göre daha açık ve nettir. Küçük, mahkemede verdiği ifadede ne diyor? "Ben Türkiye'de yaşayan Kürtleri, Barzanileşmekten alıkoydum, yoksa onlarda toprak talebinde bulunurlardı. Yakın zamanda Demokratik Türkiye için mücadele edecek ve ölecekler, Bu hepimizin hayali değil mi? Bir Kürt'ün Demokratik Türkiye için ölmesi, Savcı bey… Benim soyadım Küçük ama ben bu devlet için büyük işler başardım."(*1). Daha açıkçası Küçük diyor ki, ben, “Kürtleri, özgürlük sevdalısı olan Barzani’in etkisinden kurtardım, bir daha bağımsızlığı ağızlarına alamayacakları konuma getirdim.” Bundan böyle Kürtler, bağımsızlığı/otonomiyi değil, Türkiyelileşmeyi tercih edeceklerdir.
Türkiyelileşme ne demektir?
Türkiyelileşmek demek, Kürtler, toprağa dayalı bir özerklik istemiyorlar demektir, bunun akabinde bizler (Kürtler) ulus-devlet de istemiyoruz. Ulus/devlet miadını dolduran geçen yüzyılın düşüncesiydi ve halklara çok zarar verdi. Kürtler, halkları ezen ulus/devletler gibi örgütleneceklerine, sınıfsal çelişkileri de çözecek demokratik bir modelde örgütlenmeleri daha mantıklı gelir. Peki, nasıl olacak bu iş? Çok kolay, Kürtler içinde yaşadıkları devletlerin sınırlarına, ulusal egemenliklerine dokunmadan sadece halkları demokratikleştirirlerse hem ulusal haklarını elde etmiş olurlar hem de demokratik moderniteyi gerçekleştirmiş olurlar. Hatta dönemin DTK eşbaşkanı Hatip Dicle; “biz Antalya’yı, Bodrum’u terk edecek kadar enayi değiliz” diyecektir. Sanki buraların keyfini Kürtler çıkarıyor gibi bir algı yaratılmaya çalışılıyor. Oysa Kürtler, buralara ancak hizmetçi olarak, inşaat işçileri ve lağım temizleyicileri olarak gelebiliyor; işleri bitikten sonra da buralardan kovulurcasına evlerine geri gönderiliyorlar, bazen de insan haysiyetine uymayan davranışlara maruz kalıyorlar, medyada, basında ve sosyal medyada yayınlanan sayız görüntüler insanı yüreğini burkar niteliktedir.
Devletsizleştirme misyonu sanki dünya da sadece Kürtlerin omuzlarına yüklenmiş bir yüktür ve bunu ancak Kürtler başarabilecektir. Yok, böyle bir şey. Devletsiz toplum tartışması; yalnızca Kürt toplumunun tartışabileceği veya gerçekleştirebileceği bir idea değildir. Ancak tüm dünya toplumları bu yönde eğilim gösterirse bu tartışma gerçeklilik payı kazanır. Ki böyle bir çağda da hiç kimse eminiz ki devlet “isterim” diye tutturmaz. Dünyada hiçbir ulus daha bu aşamada olmadığı gibi, ulus/devlet cazibesini de hâlâ korumaktadır. 1990’lardan sonra kurulan ulus/devletler buna birer örnektirler…
Türkiyelileşmek bir çözüm müdür?
Türkiyelileşmeyi, Türkiye devletinin uzun zamandır savunduğu ama kendi içinde bir konsensüs sağlanamadığı için hayata geçirilmeyen bir tezdir. Bu tezi biraz da Avrupa Birliği’ne (AB) yanaşmak için kullanıldığı bilinmektedir. Buna göre Kürt kökenli (Kürt değil) yurttaşlarımıza bireysel bazda (toplumsal değil) bazı haklar tanıyalım. Örneğin kişi evinde Kürtçe konuşabilsin, kasetini çalabilsin, ama sokağa çıktığında, kamuya açık alanlarda bu haklardan asla yararlanmasın. Kursların açılmasına izin verelim, çok arzu edenler çocuklarını bu kurslara gönderebilir, anadilerini öğrenebilirler, ama okul olmaz. Çünkü okullaşma kolektif hakların içine girer bu ise üniter devlet anlayışımıza aykırıdır.
Devletin yaklaşımı açık ve net. Açık olmayan Kürt ulusal hakları için mücadele eden bazı siyasal (özelikle etkin olanlardan bazıları) kuruluşların tavırlarıdır. Bu kuruluşlar veya örgütler gerçekten toprağa dayalı ulusal hakları için değil de, bireysel ve veya kültürel hakları için mücadele ediyorlarsa, silahlı mücadelede neyin nesi. Bu çelişkiye bir an önce son verilmelidir.
Kültürel hakların sakıncası:
Kültürel haklar 19. ve 20. yüzyıllarda üzerinde çok tartışılan ama pek de kabul görmeyen bir haktır. Ermeni deneyimi önümüzde durmaktadır. Osmanlı İmparatorluğu 1863 tarihli Ermeni Nizamnamesi ile Ermenilere geniş kültürel özerklik tanıdı. Ermeniler hem ruhani hem de toplumsal (cismani) sorunlarını çözecek ve seçilerek gelen iki meclise sahip oldular. Okulları, yayınları zaten vardı. Ne zamanki Ermeniler bununla yetinmeyip toprağa dayalı özerklik isteğinde bulunundular, sonlarını getirecek felaketle karşılaştılar.
Ermeni kıyımı Kürtlere iyi bir ders olması gerekir ve Kürtler, en kısa zamanda karar vermelidirler. Bireysel ve veya kültürel haklarla mı yetinecekler yoksa toprağa dayalı ulusal haklarla mı? Kültürel haklar asimilasyonu hızlandır, toprağa dayalı ulusal haklar özgürleştirir. Özgürleşmek, her ulus için olduğu kadar Kürtlerin de hakkıdır.
19.12.2019
(*1)Alıntı, Nerina Azad’tan
Bu makale, Rojnameya Newroz’da yayınlanmıştır.