ANKARA GAR KATLİAMI; BİLİNMEZLİĞİN BİLİNMESİ:
Bir olay olmuşsa, varsa, materyalist teoriye göre bilinmez değildir; mutlaka, bilinir ve sırrı çözülür. Fakat idealist filozoflar materyalizmin bu teorisine karşı çıkmaktadırlar, evrenin bilinmez/bilinemez olduğunu iddia ediyorlar.
Agnostisizm(bilinemezcilik), her zaman bizim hiçbir şey bilemeyeceğimizi söyleyemez. O, çok defa sadece prensip itibariyle halledilemez olan bazı problemler bulunduğunu, ilim ve teknik ne tür keşifler yapılırsa yapılsın, insan aklı ne kadar ilerlerse ilerlesin bazı alanların prensip itibariyle bilgi için erişilmez olarak kalacağını iddia eder.
XVIII. yüzyıl İngiliz filozofu David Hume (1711-1776), bizim yalnızca idrak edebilecekleri bilebileceğimizi, ilmin sadece bu idrak ettiklerimizi düzene ve sisteme koyabileceğini ileri sürer. “İdrak ettiklerimizin dışında bulunan, bunları doğuran şeye gelince, biz bunları bilmeyiz” der.
Çağdaşı Kant ise idrak ettiklerimizin insandan ve insan bilgisinden bağımsız olarak mevcut objeler tarafından meydana getirildiğini kabul eder. Fakat oda (bizatihi şey adını verdiği) bu objelerin prensip itibariyle bilgi için erişilmez şeyler olduğunu söyler. Kant, “rabbin ihtiyar ettiği yolların künhüne varılamayacağını”, insan aklının güçsüz olduğu ve ilmin hakikate nüfuz edemeyeceği hakkındaki kilise doktrini ile agnostisizm arasında sıkı bir bağ kurar. Kant’ın “imana yer vermek için bilgiyi sınırlandırmak” isteği sebepsiz değildi.
Agnostik filozoflar, kendileri tanrıya inanmasalar bile, daima kilisenin müttefiki oldular.
Agnostisizm evrenin bilinmez olduğunu açıklamak süratiyle ilmi zayıflatıp, teolojiyi kuvvetlendirmek suretiyle, insanı körü körüne inanmağa, dine iman etmeğe zorladılar/zorluyorlar.
Yaşam, agnostisizmi her haliyle yalanlar. Bilim tarihi, insanın nasıl önceleri ağır ağır, sonra hızla bilgisizlikten bilgiye doğru yükseldiğini ve doğanın çözülmez gibi görünen sırlarını nasıl yavaş yavaş çözdüğünü göstermektedir.
Günümüzde insan, yalnız sonsuz kozmik uzaya nüfuz etmekle kalmaz, mikrokosmosun derinliklerine de dalmakta ve durmadan artan bir cesaretle hayatın kökeninin sırlarına el atmaktadır. Her yerde, bütün alanlarda ilmin sınırsız kudretine şahit olmaktayız. Bilimin tekniğe uyarlamasıyla muazzam teknolojik bir güç ortaya çıkmıştır, bunu bilgiişlem (bilgisayarlar) ve onu da yapay zekâ takip etmiştir. Bilgisayarlar, insanın asırlarca ürettiği bilgiyi her birbuçuk yılda bir yenilemektedir. Bu müthiş bir gelişmedir. Buna rağmen bilimin son aşamasına geldiği söylenemez. Çünkü bilginin sonu yoktur, olamaz, o hep gelişim ve arayış içindedir. Bunun nedeni ise evrenin sonsuzluk halidir, o sürekli sonsuzca çeşitli yeni yeni şekiller meydana getirir. İlim, kozmik uzayı ne kadar araştırırsa araştırsın daima sınırsız bir araştırma alanı karşısında bulunacak, daima yeni kanunlar, daha asli, daha derin, daha genel münasebetler keşfetmek zorunda kalacaktır.
Hiçbir ilim uğraştığı alana ait bütün olguları, bütün kanunları henüz tamamıyla keşfetmiş değildir. Evrenin sonsuzluğu dolayısıyla buna hiçbir zaman muvaffak olamayacaktır.
Diğer yandan agnostisizmin toplumsal yaşamdaki yeri de önemlidir. Toplumsal yaşamdan da hiçbir şeyin bilinemeyeceği söylenemez. En profesyonel katil/katiller bile işledikleri cinayetlerden geriye mutlaka iz bırakırlar.
Aynı durum, devlet-toplum ilişkisinden de gözlemek mümkün. Devlet, toplumuna karşı ister hak ihlalleri olsun ister işlediği cinayetler olsun, ne kadar gizlerse gizlensin, ne kadar reddederse reddetsin, mutlaka geriye ipuçları bırakır ve biz bu ipuçlarından hareketle devletin bilinemeyeceği kanısıyla reddettiği eylemlerini bilebilir ve onları gün yüzüne çıkaracak bilgi ve beceriye sahibiz.
Cumhuriyet tarihi “karanlık” sayfalarla doludur ve bunların çoğu birgün açığa çıkacağı kaygısı taşınmadan işlenmiştir. Örnek mi, sayısız…
İşte, 1936 Diyarbakır Karaköprü olayı, 1937-38 Dersim olayı, 1943 Org. Mustafa Muğlalı’nın Van’da kurşuna dizdiği 33 yoksul Kürt köylüsü, Kürt köylerini hedef alan “Jandarma 77” tatbikatları, 1990’lı yıllarda köy yakmaları, kayıplar ve faili meçhuller. vs. vs…
Ve en son 10 Ekim 2015 Ankara Gar katliamı…
Bunun da failleri henüz açığa çıkmış değil…
Bütün karanlık olayların faillerinin ortak özellikleri, asla yargılanamayacakları, kendilerine verilen güvencelere o kadar inandırılmışlar ki, birgün yargı karşısına çıktıklarında arkalarında kimsecikleri göremeyince şoke olmuşlardır. Org Muğlalı bunun tipik örneğidir.
Yargılamalar ne kadar biçimsel yapılırsa yapılsın, yapanların yanına kâr kalmayacaktır. Halkın vicdanından aklanmayıncaya kadar onlar katildirler…
Agnostisizmin iddiasına karşı, gerek evrende, gerek doğada ve gerekse de toplumsal yaşamda hiçbir şey, sır olarak kalmayacaktır. Bugün bilmediklerimiz, yarın da bilemeyeceğimiz anlamına gelmemektedir. İlmin açtığı çığırda insanlık hızla ilerlemekle kalmamaktadır, Tanrı’nın sırrını da bir bir çözmektedir. İnsana bu yetiyi veren de emektir. Hep söylüyoruz, yine söyleyeceğiz, insan; tarihi süreç içerisinde harcadığı emeğin ürünüdür, bir lütfun değil. O halde emekten daha kutsal hiçbir şey yoktur.
9. 10. 2020
Hüsnü GÜRBEY.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder