UYGARLIK, DÜNYA İNSANLIĞININ ORTAK ÜRÜNÜDÜR; YA NİMETLERİ:

 

UYGARLIK, DÜNYA İNSANLIĞININ ORTAK ÜRÜNÜDÜR; YA NİMETLERİ:

Yerküre, tüm insanlara aittir; zira teknolojinin geliştiği bu aşamada, yerkürenin dışında yaşanabilir bir gezegen daha keşfedilememiştir, keşfedilse dahi bugünkü teknoloji ile oralara ulaşmak imkânsız gibi görünmektedir. Şu halde yerküreden başka yaşanacak bir yer olmadığına göre yerküre, diğer canlı varlıklarla birlikte insanların da yaşadıkları tek ortak vatandır. Sorun, bu ortak vatanda insan emeğiyle üretilen tüm ürünlerden herkes eşit derecede faydalanabiliyor mu?

Bu sorun asırlardır entelektüel çevrelerde, dinsel kurumlarda ve hatta halklar arasında da tartışılmasına rağmen bir çözüme daha kavuşturulmamıştır. Nedeni ise sorunun tarihsel olması ve egemen sınıflarca çözümün engellenmesidir.

Bilim uzun asırlardır egemen sınıfların tekelindedir; egemen sınıflar, ayrıcalıklarını korumak için denetledikleri bilimi kendi çıkarları için kullanmışlar/kullanmaktadırlar.

Halklara sürekli yalan söylemişler, yalan üretmişler ve ürettikleri yalanlarla halkları uyutmuşlar, kandırmışlar ve kendilerine sadık hale getirmeye çalışmışlardır. Bugün milyonlarca insanı sorgusuz-sualsız peşine sürükleyen inançların, fikirlerin, değerlerin pek çoğu, bu süreç içerisinde uydurulan yalanların ürünleridir. Bu ürünlerin çoğu sanki ezeli ve ebedi oldukları benimsetilerek kutsallaştırılmıştır. Kutsallaştırılanların neleri kapsadığına baktığımız da, en başta mülkiyet hakkı gelir; onu sırayla, devlet, tanrılar ve dinler takip eder. Oysa bunların hiçbirisi ne kutsaldır, ne de ezelidir ve ebedidir. Toplumların hayatına tarihin belli bir sürecinde bir gereksinim sonucu olarak girmişlerdir ve yine tarihin belli bir sürecinden de çıkacaklardır.

Egemen sınıflar uygarlığın, kendileri tarafından yaratıldığını ileri sürdükleri gibi tarihi de kendilerinden başlatmak isterler. Bu uydurulan en büyük yalandır. Zira insanlığın geçmiş tarihi, mülkiyet hakkının doğuşundan, devletin varlığından, dinlerin yaygınlaşmasından, belki onlarca kat daha eskidir ve insan uygarlığının temelleri o dönemlerde atılmıştır. Kontrol edilebilir ateşi bulmak, kim bilir insanlığın kaç bin senesini almıştır. Ateşin bulunmasıyla insanlık, sahip olduğu konuşma kabiliyetini geliştirmiş, ateşlerin etrafında toplananlar bir yandan sohbet ederken bir yandan da mimikleriyle, hareketleriyle birbirilerini güldürmeye, eğlendirmeye çalışmışlar ve böylece sanat denilen yaşamın vazgeçilmez olgusunu yaratmışlardır. Ateş, konuşma ve sanat bu dönemin eserleridir. Ardından insanlığın en büyük devrimi olan “Tarım Devrimi”i gerçekleştirilir. Bütün bunlar gerçekleştirenler sınıflara bölünmemişti, mülkiyetin ne olduğu bilmiyorlardı, devletle, yönetimle, din ve tanrılarla tanışmamışlardı.

  Uygarlığın temelini nerede hangi ırkın, hangi rengin, hangi tip insanın attığı bilinmiyor; bilinmediğine göre de uygarlık tüm insanlığın ortak ürünüdür. Temelinden bütün insanların harcı var.

Günümüzde uygarlık denilince, Batı Avrupa’nın kapitalist uygarlığı anlaşılır, bu yanlış da olsa öyledir. Peki,  Batı Avrupa kapitalist uygarlığının kökeninde ne var;  Amerika kıtasının altın ve gümüşü yani koca bir kıtanın yağmalanması, Kızılderililerin kanı ve gözyaşları, Karaderili Afrikalının köle emeği ve Güneydoğu Asya’nın muazzam sömürülmesi var; sadece bu da değil, ülke içinde sağlığa uygun olmayan koşullarda karın tokluğuna, güvencesiz 12-16 saat aralıksız çalıştırılan işçi sınıfının alın teri var. Kısaca insanlığın ortak değerleri var…

Kapitalizm, doğası gereği, ister rekabetçi aşamasında olsun, ister tekelci aşamada, çok dinamik bir üretim sistemidir, gelişim ve değişimle iç içedir. Bunu başaramazsa çöker. Çökmemesi için sürekli üretir, ürettiğini, tüketmeleri için çeşitli ikna ve cazibe imkânlarını —reklam, kredi olanakları, indirimler vs.-- kullanarak kitleleri tüketime zorlar, çok zorlar. Düşünme al ve tüket, ama çok tüket. Fakat bu aşırı üretimin ve çok tüketiminin de bir sınırı olsa gerek.

Üretmek için sürekli hammaddeye ihtiyaç vardır, hammaddeler ise başka bir gezegenden gelmediğine göre, mevcut doğamızda karşılanmakta, karşılarken de doğa sürekli tahrip edilmektedir. Ve bu tahribin de sınırlarına varılmıştır. Hem de öyle bir aşamaya gelinmiş ki, daha fazla tahribe sesiz kalamayan doğa  “S.O.S.” vermektedir.

Çözüm bu doyumsuz kapitalist sistemi aşmak, doğaya dönmek ve onunla barışmaktan geçer. Bunun için de bu soruna sebep olan ve insanlığın baş belası bireysel mülkiyet hakkından vazgeçmek, yeniden ortak ve kolektif mülkiyete dönüşle olur. Uygarlığın kökeninden insanlığın ortak harcı vardır, o halde uygarlığın nimetleri de insanlığın ortak malı olmalıdır, insanlık bunu çoktan hak etmiştir. XIX. yüzyılın anarşist teorisyenlerinden Peter Kropotkin şunları yazar:

“Bireysel mülk edinme ne adil ne de elverişlidir. Her şey herkese aittir. Her şey bütün insanlar içindir, çünkü bütün insanlar onlara ihtiyaç duyarlar, çünkü bütün insanlar onları üretmek için kendi güçleri oranında çalışmışlardır ve çünkü dünya servetinin üretiminde herkesin payını değerlendirmek mümkün değildir.”(*1)

XIX. yüzyıl insanlığı, despotlardan, baskılardan ve sömürüden kurtaracak yeni fikirlerin arayış yıllarıydı. Bu yüzyılda yaşamış Fransız filozof Elisêe Reclus: “Tanrısız ve efendisiz, kardeşçe bir hayat sürmek ne iyi olurdu” der. (*2) XX. yüzyıl, bu güzel fikirlerin uygulanması, özgürlük arayışları, başarıları ve başarısızlıklarıyla geçti. XXI. yüzyıl, küresel çapta insanlığı tehdit eden Covid-19’da olmasa, insanlığı heyecanlandıracak, peşinden sürükleyecek, fikirlerden yoksun geçirmektedir. Oysa insanlık, XXI. yüzyıl ki kadar tehdit altında olmamıştır.

İnsanlığın tarihsel görevidir: Sömürünün, baskının, dayatmaların ve dışlamanın olmadığı; her halkın—azınlık, çoğunluğuna bakılmaksızın-- kendi kendisini yönettiği, özgürce dilini, kültürünü geliştirdiği, insan olarak yarınlarından kaygı duymadan kendisini her bakımdan geliştireceği, doğayla uyumlu, hayatla barışık; “BİRLEŞİK BİR DÜNYA ULUSUNU YARATMAK” olmalıdır.

Başarır mıyız? Elbette. Başka çaresi var mıdır?

12.01.2021

Hüsnü GÜRBEY

(*1) Peter Marshall: Anarşizmin Tarihi; çev: Yavuz Alogan. İmge kitabevi. Ankara, 2019. s,463

(*2) age. s,480

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder