KİMYASAL SİLAH VE ZEHİRLİ GAZ KULLANMAK İNSANLIĞA KARŞI İŞLENMİŞ SUÇLARDIR:

 

KİMYASAL SİLAH VE ZEHİRLİ GAZ KULLANMAK İNSANLIĞA KARŞI İŞLENMİŞ SUÇLARDIR:

Kimyasal silah ya da zehirli gaz kullanmak suçtur, öyle olmasına karşı pek çok ülke, özellikle azgelişmiş ülkeler kendi ülkelerindeki etnik azınlıklar üzerinde cömertçe kullanmışlar, kullanmaktan imtina duymamışlardır.

Kimyasal silah tedarik eden ve kullanan ülkelere baktığımızda, etnik sorunlarını çözememiş, toplumsal barışını, iç huzurunu sağlayamamış, gelir adaletsizliğinin had safhada olduğu, otoriter, baskıcı, azgelişmiş ülkelerdir. Bu ülkelerin pek çoğu da emperyalist ülkeler tarafından, etnik, dini ve toplumsal özellikleri dikkate alınmadan sınırları masa başından cetvelle çizilen sorunlu ülkelerdir. Dolayısıyla bu ülkelerde iç huzur veya toplumsal barış hiçbir zaman sağlanamamış, hep sorunlu ve iç çatışmalara sahne olmaktadır. Gelişmiş batılı ülkeler zehirli gazları üretirken, bu tür ülkeler tarafından da talep edilmiş ve kolaylıkla bu silahlara ulaşabildikleri gibi, cezai bir müeyyideyle de karşılaşmamışlar.

Bir etnik azınlık olan Kürtler (!) tarihte en fazla zehirli gazlara maruz kalan bir halktır. İlkin 1937-38 yılları arasında Dersim’de kullanılan zehirli gazlarla Kürtler; mağaralarda “fareler gibi zehirletildiklerini” bizzat devlet yetkililerinin ağzından duyduk. (*1)

Türkiye Cumhuriyeti ’de Dersim’de kullandığı zehirli gazlardan dolayı uluslararası bir kurum tarafından soruşturulmamış ve herhangi bir müeyyideyle karşılaşmamıştır. Cezasız kalan her suç, suç olmaktan çıkar; gazı kullanan ülkeye bir üstünlük sağlar. Bundan dolayı Türk Silahlı Kuvvetleri, Kürt gerillalarıyla zaman zaman girdikleri çatışmalarda cinsi belirlenmeyen zehirli gaz ve/veya gazlar kullandığı iddia edilmektedir; ölü ele geçirilen gerilla cesetlerinde bulunan yanıklar bunun kanıtı olarak gösterilmiştir. Bu durum zaman zaman demokratik kitle örgütleri tarafından gündeme taşınmasına rağmen, yetkililer tarafından herhangi bir açıklama yapılmadığı gibi, bu tür şikâyetler sonlanmamıştır da. Ayrıca köylerin boşatılması sırasında köylülere tanınan bir-iki saatlik süre, ardından evlere atılan yanıcı beyaz tozun ne olduğu, toprağa ne tür etkileri olduğu günümüze kadar bir açıklaması yapılmamıştır.

Sınırları, emperyalist devletlerce cetvelle çizilen Ortadoğu’nun sorunlu ülkeleri, Kürdistan’ı aralarında bölüşen [Türkiye, İran, Irak ve Suriye] ülkelerdir. Bu dört ülke sınırları içinde yaşayan Kürtlere, ulusal-demokratik haklarını tanıyacakları yerde onların varlığını ret ve inkâr etmektedirler. Dolayısıyla bu ülkeler kuruluşlarından itibaren Kürt sorunu yaşamakta ve bu sorunla mücadele ediyorlar. Mücadelenin çok kızıştığı anlarda ise daha önceden Batı’nın gelişmiş ülkelerinden tedarik ettikleri kimyasal silahları kullanmaktan çekinmemişlerdir. Saddam Hüseyin liderliğindeki Irak’ta bunlardan sadece birisidir.

Saddam Hüseyin liderliğindeki Irak, 1980-88 yılları arasında Batılı emperyalist ülkelerin kışkırtmasıyla İran Molla rejimine saldırdı; fakat hiç beklemediği bir direniş ile karşılaşınca, tüm kaynaklarını tüketinceye kadar yani 1988 yılına kadar savaştı. Savaş esnasında her iki tarafta karşılıklı olarak karşı taraftaki Kürtlerle oynadılar. Savaşın sonlarına doğru İran sınırına çok yakın 40 bin nüfuslu bir kasaba olan Halepçe(15 Mart 1988) Kürt güçlerinin eline geçince; bunu hazmedemeyen Saddam Hüseyin, lakabı “Kimyasal Ali” olan kuzeni Ali Hasan el Mecid’e Halepçe’yi bombalamasını emreder. Kasaba, savaş uçakları ve topçu birlikleri tarafından ateş altına alınır. Kürt güçleri kasabadan çekilmesine rağmen Ali Hasan el Mecid, hiç acımadan 16 Mart 1988 tarihinde kasabayı kimyasal silahlarla vurur. Kasabaya düşen bombalar önce halkın anlayamadığı güzel bir elma kokusu yayar, çocuklar "Daye binâ behna sevê tê" [ Anne elma kokusu geliyor] derler ama o koku onların sonu olur. Sonuç olarak 5 binden fazla ölü ve 7 bin yaralı ardına bırakır. Kurtulanlar, yanlarına hiçbir şey almadan yönlerini kuzeye ve Türkiye’ye çevirirler. İnsanlık tarihinin en dramatik göç hikâyesi bundan sonra başlayacaktır.

Olay yerine ilk varan Sınır Tanımayan Doktorlar ekibi, hardal gazı kullanıldığını teyit ederler. Belçikalı ve Hollandalı doktorlardan oluşan bu ekip, kullanılan zehirler arasında muhtemelen siyanür de olduğunu bildirdi. Bu gazların üretilmesine, Irak teknolojisinin yetersiz kaldığını biliyoruz. O halde bu gazları hangi ülke veya ülkeler üretti ve Irak’a sattı. Bu sorunun cevabını bugün dahi almış değiliz. Bu konuda Avrupa ülkeleri üç maymuna oynamışlardır. İlginç olan ise eski alışkanlıklarından bir türlü sıyrılamayan pek-çok insanımız, Ortadoğu’da ABD’nin sıçrama tahtası olarak gördükleri ve Filistin’i işgal ettikleri bahanesiyle her gün lanetledikleri İsrail; Halepçe katliamını kınamış, lanetlemiş ve dünyaya duyurmuştur. Yanlış duymadınız dünyada sadece bir tek İsrail Devleti, Halepçe katliamını kınamıştır.

Halepçe katliamı, insanlık tarihinde sivilleri hedef alan en büyük kimyasal saldırı olarak tarihe geçmesine rağmen ne Batı dünyası ne de İslam âleminde bir kınama gelmemiştir. 1988 yılının sonbaharında Kuveyt’e toplanan İslam İşbirliği Teşkilatının toplantısında, İslam ülkelerinin karşı karşıya kaldığı sorunlar, Kıbrıs ve Filistin sorunları tartışılır ama hemen yanı başlarında kimyasal silahlarla katledilen çoğu kadın ve çocuklardan oluşan 5 bin Kürdün ölümü ve yaşanan dram bir türlü gündemine almazlar.

Gerek kimyasal silah olsun gerekse zehirli gaz kullanımı olsun bir insanlık suçudur. Bu suçu işleyenler mutlaka cezalandırılmalıdırlar. Bu yapılmadığı sürece bu tür ülkeler tarafından kimyasal silahların kullanılması devam edecektir.

Zehirli gazların veya kimyasal silahların kullanılmasının Birleşmiş Milletler (BM) tarafından yasaklanması ancak 1992 yılında yasalaşacaktır. Dünya Silahsızlanma Konferansı, “Kimyasal Silahların Geliştirilmesinin, Üretiminin, Stoklanmasının ve Kullanımının Yasaklanması ve Bunların İmhası ile İlgili Sözleşme” raporunu 2 Eylül 1992 tarihinde, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’na sunar. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 30 Kasım 1992 tarihinde sözleşmeyi onaylar. BM Genel Sekreteri de 13 Ocak 1993 tarihinde Paris’te sözleşmeyi imzaya açar ve Kimyasal Silahlar Sözleşmesi (CWC) yürürlüğe girdiğini, BM üye tüm devletlerin sözleşmeyi en geç 1997 yılına kadar imzalamaları gerektiğini açıklar. Buna rağmen Türkiye, bu yasaya ancak 2006 yılında uyacağını taahhüt eder. Kimyasal Silahların Önlenmesi Sözleşmesi (CWC)’nin yedinci maddesi kapsamında 5564 sayılı “Kimyasal Silahların Geliştirilmesi, Üretimi, Stoklanması ve Kullanımının Yasaklanması Hakkında Kanun” 14 Aralık 2006 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda kabul edilir ve 21 Aralık 2006 tarihinde yürürlüğe girer.(*2)

Kimyasal silahların bu kadar geç bir tarihte BM tarafından yasaklanması oldukça anlamlıdır; bunun nedeni ise bu silahları gelişmiş Batılı ülkeler tarafından üretilmesi ve müşterilerinin ise azgelişmiş ülkeler olması ve bu ülkeler tarafından cömertçe sipariş edilmesidir.

2017 yılında Suriye rejiminin Kuzeybatıdaki muhalif güçlere karşı kimyasal silah kullandığı gerekçesiyle ABD ve müttefikleri tarafından askeri tesisleri bombalanmıştır; fakat bu yetersizdir. Daha tutarlı cezalar ve cezai müeyyideler gereklidir. Nerede ve kime karşı kimyasal silah kullanılırsa kullanılsın mutlaka karşı durulmalı, kitlesel olarak harekete geçilmelidir; unutulmasın ki, sessizlik egemen güçleri cesaretlendirmektedir. Dün Dersim’de, Halepçe’de kullanılan zehirli gazların, yarın bir başka yerde kullanılmayacağının garantisi yoktur. Kaldı ki, 2013 Taksim Geziparkı olaylarında polis tarafından orantısızca kullanılan biber gazlarının kitle üzerinde ne tür etkileri olduğu hâlâ bilinmiyor, tek bilinenin gazı yiyenlerin pek çoğunda astım hastalığının görülmesidir.

İnsanlığa karşı işlenen suçlar kategorisine giren zehirli gazların üretimi ve kullanılmasının yasaklanması için tüm demokratik kitle örgütlerinin, sendikaların ve siyasal partilerin birlikte hareket etmesi gerekir. Bir daha Dersim ve Halepçe’lerin yaşanmaması için, hepimize iş düşüyor. O halde hep birlikte zehirli gazların, (biber gazı da dâhil olmak üzere) üretilmesini ve kullanılmasını durdurmak için barışçıl direnişlerle protesto edelim…

16.3. 2022

Hüsnü GÜRBEY

Dip not:

(*1) Çağlayangil İhsan Sabri;  Anılarım, Yılmaz Yayınları, İstanbul, 1990

 (*2; Kaynak Linki : http://hukukbook.com/kimyasal-silahlarin-onlenmesi-sozlesmesi-cwc/

 

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder