EKONOMİK KRİZ VE SOSYALİSTLERİN ALACAĞI TAVRI

Türkiye’de, uzun senelerden beri ekonomik krizin yaşandığı bir gerçektir, ama hiçbir zaman bu dönemin ki kadar yıkıcı olamamış, aile facialarına neden olmamıştır. Medyada öğreniyoruz,  aileler geçim sıkıntısı yüzünden topluca intihar ediyorlar, bu haberler hepimizi üzdü/üzüyor, ama toplumda yeterli tepkinin gösterilmemesi bizleri daha da üzüyor. Bu kadar duyarsız bir toplum olmamalıydık. Toplum tepki göstermeyince, yetkililerde gönül rahatlığıyla intiharların ekonomik sıkıntıda kaynaklanmadığını söyleyebiliyorlar. Ve yandaş medyada bundan istifade ederek ve basın ilkelerini bir yana iterek rahatlıkla intihar eden aileleri suçlayıcı yayınlar yapabiliyorlar ve onları mütedeyyin dindar olmamakla, ateist (ateistlik suçmuş gibi) olmakla suçluyorlar.



Ekonomide sorumlu bir bakan var, tavırlarından anlaşılıyor, tuzu kuru, cüretkâr ve kendinden emin, konuşuyor, “enflasyonu düşürdük, 18 yıllık AKP iktidarı döneminde hane halkının gelirlerini 3 kat artırdık” diyor. Şakşakçılar hemen alkışlıyor, içlerinden biri çıkıp diyemiyor, “sayın bakan mutfaklarda yangın var, insanlar açlık ve çaresizlikten intihar ediyorlar. İşsizlik had safhada, genç işsizlik kontrol altına alınamıyor. Beyin göçü artarak devam ediyor, aile bağları çözülmekte, işsiz gençlerin psikolojisi bozulmuş, patlamaya hazır bomba gibiler, her an her yerde çok üzücü olaylar olabilir” demiyorlar.

Enflasyonun düştüğünü, çarşıda, pazarda kime sorarsanız tepki alırsınız, bizimle dalga mı geçiyorsunuz diye. Devlet İstatistik Kurumu bu açıdan inandırıcılığını yitirmiştir. Topluma yanlış bilgi veriyor, yalan-yanlış bilgi vermek bugünün sorunu da değildir. 1984 yılının Ağustos ayında ekonomist Arslan Başar Kafaoğlu, Düşün dergisine yazdığı makalesinde bu konuya değinir ve şunları yazar:

“[Hükümet] hayat pahalılığı istatistiklerinde oynamaya başladı. Buraya kadar anlattıklarımız bir derece propaganda oyunudur. Ama burada politika ahlakına sığmayan olaylar başladı. Ekrem Pakdemirli’nin başında bulunduğu Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığı öyle bir düşük fiyat artışı rakamı ilan etti ki, kendileri de sonradan sahip çıkıp savunamadılar. Sayın Nazlı Ilıcak’ın 14 Temmuz günü Tercüman gazetesinde belirttiği gibi, sayısal veriler o kadar tutarsızdı ki ‘haberimiz olmadan’ fiyat artışları 10 kat düşmüş oluyordu. Ama aslında bu bir deneme idi. Devlet İstatistik Enstitüsü ve İstanbul Sanayi Odası istatistikleri ile çelişmesi dışında, kendi içinde çelişkili idi. Sayın Pakdemirli’nin rakamlarına göre, fiyat artışları ‘toptan eşya endeksinde’ yüzde 0,5, İstanbul Geçinme Endeksinde yüzde 2,1 ve Ankara Geçinme Endeksinde yüzde 4,3 oranındaydı. Bu, olacak şey değildi. O kadar değildi ki, savunmaya Sayın Turgut Özal bile girişmedi, o son derece yüksek ‘propaganda kapasitesine’ karşın…”(*1)

35 yılda değişen bir şey yok, istatistikler yine halka yalan söylüyor. Sadece, o gün yalanlar yazabiliyordu, bugün yazılırsa cezai müeyyidelerle tehdit ediyorlar, tek fark bu….

1980’lı yıllardan itibaren neoliberal kapitalist ekonomik model, azgelişmiş ülkelere şunları dayattı: Korumacılık (ithal ikameci model) terk edilecek, ihracata yönelik bir sanayileşme politikası benimsenecektir. İthalat serbestleştirilecek, yabancı sermaye teşvik edilecek, bunun içinde ucuz emek gücüne gidilecektir. Başka bir ifadeyle ücretler baskılanacak, yatırım ve istihdam artırılacaktır. Bunların gerçekleşmesi için de:

1-Kırsal kesimden atıl durumdaki nüfus, şehirlere çekilerek istihdam edilecek.

2-Ücretler kontrol altına alınacak, sendikal hareketler sınırlandırılacak ya da etkisizleştirilecek.

3-Demkrasi rafa kaldırılacak, demokratik haklardan vazgeçilecek, parlamento işlevsizleştirilecek.

Türkiye’nin 2017 yılından Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçmesiyle birlikte, 1980’lerden itibaren yürürlükte olan bu üç unsur hızlandırıldı. Ülkede tarımsal faaliyet durma noktasına getirilince, gıda ürünlerinin fiyatları durdurulamaz oldu. Ücretler reel olarak her yıl biraz daha erimektedir, yoksulluk ve fakirlik artarken, yolsuzluk, görevi suiistimaller, haksız kazanç vs, gibi gayri ahlaki kazançlarda da aynı oranda artmaktadır. Parlamento işlevsizleştirilmiş, ülke Kanun Hükmünde Kararnamelerle (KHK) idare edilmektedir.

Despotik rejimlerin özelliğidir, tıkandıkları vakit düşman yaratır, halkları düşman korkusuyla ürkütürler.  Hükümet, Rojava’da Kürtler bir statü elde ederlerse bunun Türkiye’nin bekası için tehdit olacağı gerekçesiyle bölgeye müdahale etmektedir. Bunu yaparken de bütün dünyanın lanetlediği IŞİD terör örgütünün elemanlarına kılık değiştirerek farklı adlar altında cepheye sürerek onlarla işbirliği yapmaktadır. Bununla da yetinmeyen hükümet, halkın yüksek oyları ile seçilen HDP’li belediye başkanlarını görevden alarak yerine kayyum atamıştır. Bütün bu girişimler tıkanmanın, yönetememenin belirtileridir. Ülke krize doğru hızla sürüklenmektedir.

Özetle sistem tıkanmıştır, ülke idare edilemez duruma düşürülmüştür.

40 yıldan fazladır dünya halklarına cehennem hayatını yaşatan neoliberal kapitalist sistem tıkanmıştır, ekonomik sıkıntı bütün dünyada yaşanmaktadır. Latin Amerika halkları ayaktadır, oradan Afrika’ya, Ortadoğu’ya, Lübnan’a kadar halklar ayaklanmış ve artık yeter demektedirler. Halklar daha adil bir bölüşüm, daha çok demokrasi ve yaşanabilir bir çevre için direnmektedirler. Bu talepler, komünistlerin ve sosyalistlerin de talepleridir. Halklar sokaklara dökülmüş, direnmeye hazırdırlar, onlara öncülük edecek sosyalist ve komünist partiler de hazır mı acaba? Bu sorunun cevabı beni aştığının bilincindeyim, sadece şu kadarını yazabilirim ki, komünist ve sosyalist partiler XX. yüzyılın programlarıyla değil, XXI. yüzyılın özgül koşullarına göre düzenlenmiş yepyeni programlarla kitleleri coşturup ikna edebiliyorlarsa, iktidara talip güçlü kadro ve önderliğe sahiplerse, önlerinde hiçbir engel yoktur.

Türkiye’de bugün halklar sokaklara dökülmemişse, yarın dökülmeyeceği anlamına gelmemelidir. Yol yakınken, Kürt halkına karşı ilan edilmemiş savaşa derhal son verilmeli, ülkenin kıt kaynakları, savaşa ve silahlara değil, halkın ihtiyaçlarına harcanmalıdır. Kürt halkına düşmanlık, Türkiye halklarına sadece kaybettirir; bu gerçek iyice anlaşılmalıdır. Bir daha bu ülkede aile dramları yaşanmak istenmiyorsa, bunlar mutlaka yapılmalıdır. Yaşam hakkı, en kutsal haktır; doğal devredilemez bir haktır. Yaşama hakkına saygı, insana saygıdır.

Türkiye halklarının kurtuluşu kapitalizmde değildir, sosyalizmde olduğu/olacağı gerçeği bugün dünden daha iyi anlaşılmıştır…

23/11/2019


(*1, Arslan Başer Kafaoğlu, Fiyaskoları Gizleme Çabaları ve Siyasal Muhalefet. Düşün, Ağustos 1984. s,21)

NOT: Bu makale Rojnameya Newroz’da yayınlanmıştır.