NE TİP ÖĞRETMENLERDEN OKUDUM:

 

NE TİP ÖĞRETMENLERDEN OKUDUM:

Dünyanın aksine Türkiye’de 24 Kasım öğretmenler günü olarak kutlanıyor: Kutlu olsun.

Öğretmenlerimizin gününü kutlarken, ne tür veya tip öğretmenlerden okudum; bir anekdot olarak dostlarımla paylaşmak istedim.

Yazarken hiç kimseyi suçlamıyorum, sadece sistemin sorgulanması gerektiğine inanıyorum.

1964 yılında Kiğı/Bılece’de ilkokula başladığımda tek kelime Türkçe bilmiyordum, ama öğrenmesi güç olmadı.

Köyümüze Elazığ Öğretmen okulundan yeni mezun, aynı zamanda köylümüz ve halamın kızı, öğretmen olarak atandı.

O artık köyün gurur kaynağıydı. Kız olarak, memur olarak ve öğretmen olarak…

O dönemde öğretmen okullarında yetiştirilen öğretmenlerin beyinleri tamamen yıkanarak, birer misyoner olarak köylere gönderiliyorlardı. Amaçlanan; Kürdü, Kürt eliyle asimile etmekti. Sadece bu da değildi; eli sopalı devletin gücünü de öğrencilere ve köylülere gösterecekti. Öğretmenimizde, öğrencileri öldüresiye döverek, bu görevini layıkıyla yaptı/yapıyordu.

Böylece bizler (Kürtler) biraz adam olacaktık…

1969 sonbaharında İstanbul-Fatih Gelenbevi ortaokuluna başladım. Öğrendiğimiz Türkçe burada geçmiyordu, konuştuğumu kimse anlamıyor, herkes benimle dalga geçiyordu. Teneffüste, okulun koridorlarında “Kürt, Kürt kendi dürt” şeklinde bağıranların maskarası olmuştum.

Türkçeyi kısa sürede çözemeyeceğimi anlayınca, matematiğe ağırlık vermeye başladım ve kısa sürede, matematikte aranan kişi olmuştum. O zamanlar özel ders vermek, almak yoktu, herkes okulda öğrendiği ile yetinirdi. Bir arkadaşım annesinin ricası ile şimdi adını hatırlamadığım sınıf arkadaşıma matematik dersi verdim ve eli öpülesi anne de bana iyi bir harçlık verdi.

Birinci ve ikinci sınıflarda zorunlu din dersi vardı, hoca, namaz kılmamı istedi, reddedince, çok sinirledi, dövmedi, ama hep düşük not vererek dersinde bıraktı, bir ve ikinci sınıfları yüksek not ortalamasıyla geçtim.

Üçüncü sınıfta fen derslerine eş bir çift geliyordu.

Tabiat dersine hanım eş geliyordu; gerçekten çok hanımefendi bir hocahanımdı. Tabiat bilgisinde, sınıfın aksine hep on üzerinde on alıyordum.

 Fizik-Kimya derslerine eşi Yüksel Bey geliyordu.

Yüksel Bey dersleri çok iyi anlatıyordu, ama notu kıttı ve sınıf dökülüyordu. En iyi öğrencinin notu beşi (5) geçmiyordu. Aksilik buya ben her iki dersten de on (10) üzerinden on (10) alıyordum.

İlk dönemin fizik yazılısının ikincisini okumaya başladı; yine notlar, 2, 4, 3, 5’i geçmiyordu. Sıra bana gelince “252 Hüsnü Gürbey on (10)” dedi, ama bana öyle bir bakış attı ki, kin ve nefret doluydu, o bakışlar karşısında bütün vücudum zangur-zungur titredi. Yanımdaki arkadaşa:

--Hoca, şimdi beni dövecek.

--Saçmalama, niye dövsün ki

--Bak göreceksin.

Daha sözümü bitirmeden, Yüksel Bey, bir hışımla bana girişti, ağzımı, burnumu kanlar içinde bıraktı.

Ben nedenini çok iyi anlamıştım. Umarım okuyanlarda anlamıştır.

Ama bir yılgınlık göstermedim, ona inat, her iki derste de tüm sınavlarda on üzerinde on almaya devam ettim.

O zamanlar, Haziran da birde mezuniyet sınavları vardı, şimdi rahmetli olmuş Şevki Ömeroğlu diye bir arkadaşım vardı. Şevki, bütünleme sınavlarında, fen derslerini tercih etmemi istedi:

--Yüksel Bey seni mezun etmez, dedi.

Dinlemedim, fen derslerinden sınava girdim ve yine on üzeri on alarak mezun oldum.

Bu bir hikâye değildir, yaşanan acı gerçeğimizdir.

Her şeye rağmen: Bütün emekçi öğretmenlerin günü kutlu olsun.

26.11.2020

Hüsnü GÜRBEY.

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder