KADIN SORUNUNU KADINLAR ÇÖZER:
Her gün işlenen cinayetler, sabrımızı taşıyacak bir rendeye gelmiştir. Sorun toplumsal olmasına karşın çözümü kadınların elinde. Nasıl mı?
Çünkü kadınların muhatabı erkekler değildir, Türkiye’de olduğu gibi, dünyanın her yerinde erkekler benzer davranışlarda bulunurlar, bu doğanın da bir kuraldır. Dünyanın neresinde olursa olsun sokakta yürüyen güzel bir kadına her erkek bakar, bırakın erkeği kadınlarda bile döner bakar. O halde sorun kadın-erkek sorunu değildir, öyle olsaydı, feminist hareketler bu sorunu çoktan çözmüş olurlardı; çözemediler, çünkü sorun, ideolojik-politik bir sorundur; kadının-erkek sorununda ziyada kadının birey olma sorunudur.
Birey olmak, özgür kişi olmak demektir; o da mücadele ile kazanılır ancak. Peki, mücadele kime karşı verilecektir? Özgürlüğü kısıtlayan ideolojik-politik güçlere karşı. Kim bunlar? Birbirini besleyen iki egemen kurum; yani Devlet ve Diyanet.
Evet, kadınların muhatabı, Devlet ve Diyanettir. Kadınlar devlette ve diyanette karşı mücadeleyi göze alacaklar mı? İşte sorun buradadır.
Türkiye’de tarih de yanlış okutulur; hiç kimse gerçek tarihi bilmez, bilmek de istemez. Ama bizler yine de kurcalayacağız. Modern Türkiye’nin tarihi, 29 Ekim 1923’de değil, 29 Aralık 1907 tarihinde Paris’te toplanan İttihatt-ı Terakki Cemiyeti’nin ikinci Kongresinde atıldı. Burada temeli atılan modern devletinin iki temel ayağı var: Irkçılık ve erkek egemenliği; sonradan dine ihtiyaç duydukları için Sünni İslam’ı da yamalayarak üçlü saç ayağı tamamlandı. İttihatçılar bunu öyle sinsice yaptılar ki, İkinci Kongreyi destekleyen Ermeni aydın ve politik kurumları dahi fark edemediler. Anlaşıldığında ise, artık Ermeniler kadim topraklarını tümden yitirmişlerdi.
Demek ki, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, ırkçı, cinsiyetçi, dinci, baskıcı bir devlettir.
Buna itiraz edenler olabilir, Cumhuriyet, kadına seçme ve seçilme hakkı tanıdı diyenlerde olabilir ve çok da haklıdırlar. Feodal Osmanlı’nın mirasını silmek ve dini kamu alanın dışına çıkarmak için verilen bu haklar; özellikle İsviçre medeni kanunun kabulü ile tanınan haklar, ilerici bir adımdır ve desteklenmelidir/desteklenir. Ancak, bu haklardan hiç birisi erkek egemen zihniyeti yıkmaya yetmemiştir. Çünkü modern devletin üstünde yapılandığı saç ayaklarının en önemlisi budur. “Türk ciddidir, gülmez.” Çünkü sadece kadınlar güler, kadınlar ağlar. “Her Türk asker doğar, asker olarak ölür.” Bu sözlerle erkekler yüceltilirken, olumsuzlarıyla kadınlar aşağılanır. Yakın yılları saymazsak, siz hiç güleç yüzlü Atatürk resmini gördünüz mü? Çatık kaşlıdır ve hep ufka bakar.
Çatık kaşlı devlet, dayatmacı devlettir ve kutsaldır, orada ne halk, ne hak ve ne de demokrasi vardır. Demokrasisi olmayan erkek egemen bir devlette, siz kadınlara ne kadar medeni haklar tanırsanız tanıyın, devletin zihniyeti değişmediği müddetçe, kadınların yeri olmaz/olamaz. Olsa da kadın gibi kadın değil, erkek gibi kadın olur ancak.
Şunu iyice zihinlere yerleştirmek gerekir, ne devlet kutsaldır ne de kurumları. Ve hatta ne de resmi dini. Tek kutsal varlık insandır. İnsan yaşamından daha kutsal bir şey olamaz. Gerçek özgürlük, insan yaşamının teminat altına alındığı yerde sağlanır, diğer hak ve özgürler bunu takip eder.
Kadınların bir diğer muhatapları da Diyanet İşleri Başkanlığıdır. Diyanet İşleri Başkanlığı günümüzde devletin ideolojik yönünü belirleyen ve ona yön veren en önemli kurumdur. Dikkat edilirse Diyanet İşleri Başkanlığı’nın etkinliği artıkça, kadın cinayetlerinin sayısında da artış olmaktadır. Çünkü Diyanet İşleri Başkanlığı referansını da İslam’da alır. İslam ise, kadın egemenliği üzerinde yapılanmıştır, kadının adı bile yok.
Şimdi kadınlar bu iki güçlü kuruma karşı, ciddi ve kararlı ideolojik-politik bir duruş sergileyebilecekler mi? Güçlü bir iradeleri var mı ve gerçekten özgür olmak istiyorlar mı? Bu sorulara cevap vermek elbette güçtür, ama imkânsız değildir; çünkü hemen yanı başlarında verilmiş bir mücadele-- Kürt kadınlarının verdiği mücadele-- örneği var.
Beğenirsiniz, beğenmezsiniz, Kürt kadınlarının ulusal mücadelede, erkeklerle omuz omuza verdikleri ulusal direnişleri, dillere destandır. Hele Rojava’da IŞİD karşı verilen mücadele bütün dünyanın takdirini toplamıştır.
Kürt kadınları bu mücadeleye atılırken, Kürt feodal kurumlarını, bölgede oldukça etkili olan din ve din adamlarını, erkek egemenliğini ve hatta egemen devletlerin bütün baskılarını göğüsleyerek atıldılar ve başardılar…
Türkiye’de verilecek kadın mücadelesi, bir demokrasi mücadelesi olmalıdır; erkeklerden önce, devletin ideolojik-politik kurumlarına karşı verilmedir. Kadının doğası gereği yumuşak ve barışçıldır, o halde önce devletteki ırkçı ve erkek egemen baskıcı zihniyet yok edilmelidir; ardından demokratik bir laiklik anlayışıyla dinin, devleti yönlendirmesine son verilmeli, Diyanet İşleri Başkanlığı kapatılmalıdır. Toplumsal barış ancak böyle sağlanır. Toplumsal barış sağlanmadan, kadınlar özgürleşemezler.
Tarihte verilen bütün toplumsal mücadelelerde, ekonomik ve siyasal eşitlik taleplerinin yanı sıra cinsiyet eşitlik talepleri de var. Bu mücadelelerde kadınlar önder olmasalar da hareketlerin içinde var güçleriyle yer almışlardır. Kadın kazanımları böyle olmuştur, üsten verilmemiş, hep mücadeleyle kazanılmıştır. Bu uğurda çok bedel ödenmiş, çok kadın kendini feda etmiştir. Ortaçağ Avrupa’sında şeytan içlerine sızmıştır denilerek “cadı avı” altında, entelektüel kadınların yakılması, bugün dahi insanı ürpertiyor.
Bütün sorun birey olma sorunudur, ancak özgür bireyler kendi bedenleri üzerinde hak sahibi olabilirler. Ve yine ancak o zaman her erkek gibi kadınlarda sevdiği kişiyle birlikte olacak kadar özgür olacaklardır. Günahlar, tabular ve yasak denilen şeyler öldürülmeli ve yok edilmelidir. Bedensel ve tinsel haz herkesin hakkıdır ve herkes kendi özgür iradesiyle bu hazları tatmalıdır. İnsanlar ancak böyle mutluluğu yakalayabilirler ve yeryüzüne geldikleri için DOĞA ANAYA teşekkür ederler. Böylece insanlar kısacık ömürlerinde gerçek cenneti yakalama fırsatını yakalayacaklardır. Gerisi ölümdür, toprak olmaktan ibarettir. Her kim ki size aşkın bir dünyadan Cennet Bahçesinden bahsederse, kovun onu, çünkü yalan söylüyordur, yoktur böyle bir dünya…
Tarihsel bir mücadele daha bugün kadınları bekliyor. İşlenen vahşi cinayetleri, taciz ve tecavüzleri durdurmak istiyorsanız, kadın gibi kadınca yaşamak istiyorsanız, bunun yolunun mücadele geçtiğini unutmayınız. Bu mücadele elbette zordur; ancak örgütlü ve kararlı duruşunuz her zorluğu aşmaya yetecektir. Bunun dışında ah vah ile zaman öldürürsünüz, ama her gün biraz daha eve kapanırsınız…
2021 yılı kadın mücadelesinin ve kazanımlarının yılı olsun…
2.01.2021
Hüsnü GÜRBEY
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder