ATATÜRK DİN ADAMLARIYLA ÇALIŞTI, AMA DİNDAR DEĞİLDİ:

 

ATATÜRK DİN ADAMLARIYLA ÇALIŞTI, AMA DİNDAR DEĞİLDİ:

10 Kasım Atatürk’ün ölüm yıldönümü münasebetiyle Bağımsız Türkiye Partisi (BTP) yetkilileri, Atatürk için Ayasofya Camii’nde Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarına mevlit okunması için İstanbul Valiliği’ne yaptığı başvuru... 09.11.2021’de reddedildi.

Valiliğin reddedilme gerekçesini bilmiyoruz. Sadece, dünya halklarının ortak kültürel mirası olan Ayasofya’nın uzun yıllar kilise ve cami olarak kullanıldıktan sonra Atatürk’ün isteğiyle 24 Kasım 1934 tarihli Bakanlar Kurulu kararı ile müzeye dönüştürülür.

Ayasofya’yı camiden müzeye dönüştürerek dünya halklarına armağan eden bir liderin, kararını iptal ederek yeniden—24 Temmuz 2020-- camiye dönüştürülen bir yerde ruhuna mevlit okutulması gerçekten de garipsenecek bir durumdur.

 Ne yapılmak isteniyor?

Mustafa Kemal Atatürk’ün dinci olduğu mu; ya da dine hoşgörü ile mi yaklaştığı gösterilmek isteniyor.

Sonda söyleyeceğimi baştan söyleyeyim ki bu çabalar nafile; çünkü Mustafa Kemal ulema ile yani din bilginleriyle ve/veya din adamlarıyla çalıştı, ama asla ne dinci idi ne de dindar.

Bunu, Cumhuriyetin ünlü romancısı Yakup Kadri Karaosmanoğlu’ da anılarında teyit eder: “Reformların ilerleyebilmesi için eski dönemin insanlarını ortadan kaldırmak gerekir. Ben bu yönde bir broşür yazıp Atatürk’e sundum. Bana şöyle dedi: ‘Kendini sıkıntıya sokma. Ben bu mücadeleye yeşil sarıklı hocalarla başladım. Etrafımda kimseyi bulamadım. Hocaların benimle birlikte gelmesini istedim. Geldiler mi? Evet. Bana sadakatle hizmet ettiler mi? Evet. Halifeliği ve saltanatı bile şeyhlerin fetvalarıyla kaldırdım” der. (Bozarlan, 2015;363)

Gerçekten de halifeliğin kaldırılmasında Mehmet Seyyid Bey’in (1873-1925) verdiği fetva sayesinde, sorunsuz halledilir. Fakat Anadolu halkının ne çok dindar ve mürteci olduğu da bilir.  Bundan dolayı, Diyanet İşleri Başkanlığını kurulur ve böylece din en azından devletin denetimine alınmak istenirken, Cumhuriyetin en büyük kurumlarından birisi yaratılır. Gerçekten de 1927 yılında 7,172 memurla göreve başlayan kurum, 2008 yılında 3.719’u kadın 84 bin asil görevliyi ve 4.500’den fazla sözleşmeyi istihdam eder ve 65 bin cami ile 7.036 Kuran kursunu yöneten ve merkezi bütçenin önemli bir bölümünü yutan, dev bir canavara dönüştürülür.

1928’den itibaren anayasasında dine her türlü referansı yasaklayan cumhuriyetin beslediği laiklik ideali ne olursa olsun, devlet öncelikle Müslümandır ve İslam, ulusal kimliğin kurucu öğesi olarak kabul görür.

İdeolojik temelleri Ziya Gökalp tarafından geliştirilen, Kemalistler tarafından da kabul edilen, “Türkleşmek, “İslamlaşmak” ve “Batılılaşmak” ilkeleri, modern Türkiye’nin üzerinde yükseldiği önemli saç ayaklarıdır ve burada İslam, toplumu birleştiren/bütünleştiren önemli bir öğe olarak değerlendirilir.

Modern Türkiye’nin kuruluşundan—zorunluluktan dolayı-- İslam’a verilen bu öneme rağmen, kurucusu Mustafa Kemal, dinci ya da İslamcı değildir.

Mustafa Kemal’de diğer ittihatçı arkadaşları gibi Auguste Comte’un Pozitivist felsefesi ile sosyal Darwinizm’in önemli temsilcilerinden olan Gustave Le Bon’un etkisindedir; dolayısıyla ateist olmasa da seküler biridir.

Eski başbakanlardan Talat Paşa, 1910’lu yıllarda Amerikan büyükelçisi Morgenthau’ya açıkça itiraf etmiştir: “Bütün papazlardan, hahamlardan ve hocalardan nefret ediyorum” diyecektir.

Aynı ortamda yetişen ve benzer eğitimi alan Mustafa Kemal’de; 30 Kasım 1925’te 677 sayılı Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin kapatılmasına ve Türbedarlıklarla bir takım unvanların yasaklanmasına ilişkin yasa çıkarılmadan evvel, 1 Eylül 1925’te yaptığı konuşmada: “Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz; en doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır" diyecektir.

Yine Mustafa Kemal, 24 Kasım 1924’te katıldığı Öğretmenler Birliği toplantısında, devrin ateist şairi Tevfik Fikret’ten de esinlenerek şunları söyleyecektir: “Öğretmenler! Cumhuriyet sizden, fikri hür, vicdani hür, irfanı hür nesiller ister.”

Mustafa Kemal’de harp okulundayken diğer askeri okul öğrencileri gibi Napolyon ile Alman Generali Colmar Freiherr von der Golt(Golt Paşa 1843-1916) hayranıdır.  İsmet İnönü Cuma akşamları askeri okulda Colmar Freiherr von der Golt’un La Nation-Armee’sini [Silahlı Millet/ordu millet] tercüme etmek için toplandıklarını hatırlar. Goltz, modern Türk Ordusunun kuruluşunda önemli bir rol oynamış bir komutan ve 1897 yılında “Stârke und Schwâche des Türkischen Reiches” (Türk İmparatorluğunun Gücü ve Güçsüzlüğü) adlı makalenin yazarıdır.

Mustafa Kemal Atatürk’ün yetiştiği ortam ve yaptıkları ortayken, onun için, hem de kendisi tarafından camiden müzeye çevirdiği bir anıt eserde, anısına mevlit düzenlemek, Atatürk’ü anlamamak ötesi anısına saygısızlıktır.

Umarım, böyle bir girişim olmaz, olursa yol olur…

10.11.2011

Hüsnü GÜRBEY

Kaynakça:

Hamit Bozarslan: TÜRKİYE TARİHİ, İmparatorluktan Günümüze. İletişim Yayınları, İstanbul, 2015

 

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder